_______ Siteler Arası Ödüllü Yarısma

___________
   
  .
  KABİR AZABI MESELESİ
 

Kabir Azabı Meselesi

                                             KABİR AZABI MESELESİ

Kabir azabı, veya kabir hayatı herşeyden önce gaybi bir konudur. Gerçek anlamda böyle birşeyin olup olmadığını ancak Rabbımız bilir. Allah-u Tealâ Kur'ân'da sık sık müslümanları gaybe iman edenler olarak tanımlar. Bu hiçbir zaman, müslüm-
anlar gelecekte veya ahirette olacağı iddia edilen her habere inanırlar anlamına alınmamalıdır.

Kur'ân'ı incelediğimiz zaman, gaybe imandan kasdın, Kur'ân'ın bizden inanmamızı istediği gayb haberleridir. Başka bir dey-
işle inanmamız gereken gayb; Kur'ân'da anlatılan gayb'tır.

Bu nedenle kabir azabı konusuna da bu açıdan bakmak gerekir. Çünkü bu konu; söylenen sözler dışında müşahade edilmiş değildir.

Sadece kabir azabı olduğunu söyleyen sözler vardır. Bunların, bir kısmı hemen hemen müslümanlarla ilgili her konuda oldu-
ğu gibi Peygamber'e ait olduğu iddia edilen sözlerdir. Yine her zaman yapıldığı gibi Kur'ân'dan destek aranmış, kendilerince 
bu destekler bulunmuştur da.

Size önce kabir azabından ne kastedildiğini anlatmaya çalışalım:

İnsanlar ölür ölmez kabir diye bir çukura konuyorlar. Hemen sonra munker-nekir melekleri geliyor, soru sormaya başlıyor: Rabbın kim? Dinin ne? Peygamberin kim? gibi sorular... Müslümanlar bu sorulara: Rabbım Allah, dinim İslam, Peygambe-
rim Hz. Muhammed diye cevap veriyor. Kafirler ise.- Hah, hah anlamadım diyorlar. (Fıkhul Ekber, Aliyyul Kari Şerhi).

"Kabir, mü'minler için cennet bahçelerinden bir bahçe, kafirler için ise cehennem çukurlarından bir çukurdur."

Kabirde kime soru sorulacağı konusu da tartışılagelmiştir. Bu konuda Hanefiler arasında bile ittifak yoktur. Bir kısmı, müs-
lümanların çocuklarının da sorguya çekileceğini söylerken bir kısmı, Peygamberler, çocuklar ve şehitlerin sorgudan muaf tutulacağını söylemişlerdir.

"Kılıçlarının parıltısı onlar için şahid olarak yeter" hadisinin bu sözlerinin delili olduğunu iddia etmişlerdir. (Kitabın müterci-
mi Y.V.Yavuz bu hadisin kaynağını bulamadım diyor.)

Müslüman çocukların kabirde sorgulanmasına rağmen cennete gireceği, kafir çocuklarının ise durumunun daha karışık ve müslüman çocuklarından farklı olarak "cennet ehline hizmetçi olacaklarına hükmedilmiştir." denilmektedir.

Kabirlerde azabın nasıl olacağı da tartışılmaktadır. Cesede mi yapılacaktır. Ruha mı yapılacaktır, yoksa hem ruha hem de 
cana mı yapılacaktır? Bu durumda kabirde ruhların cesede dönmesi konusu gündeme gelmektedir. Tabii ki bu da tartışıl-
mıştır. Kabirde ruhlar cesedin tümüne mi, yahut bir kısmına mı, topluca yahut ayrı ayrı olarak mı iade edilecektir? Kabirde 
soru sorulma işi ruhların bedene iade olunmasından sonra olduğu iddia edilmiştir. (Bizim ruh konusundaki anlayışımız daha farklı. Üstelik bu yazı içerisinde tartışma imkanımız da yok. Ayrı bir yazı konusudur.)

Ehli sünnet azabın hem bedene hem ruha olduğu, bunun da ruhların bedene dönmesiyle olacağı inancındadırlar.

Kabir azabı konusu Ehli sünnete göre iman edilmesi vacip olan konulardan biridir, ilmihal kitaplarında olsun, akaid kitapla-
rında olsun konu hep bu şekilde ortaya konmuştur.

"Ahirete ait bazı ahvali bilip bunlara iman etmek vaciptir, inanılması icap eden hallerden bir kısmı şunlardır: 1) Cennet-cehennem haktır, ve el'an yaratılmış varlıklardır. 2) Kabirde kafirlerin ve bazı günahkar müslümanların azab çekmesi, salih mü'minlerin nimete ve rahata kavuşması haktır." (İslam Fıkhı ve Hukuku. A. Fikri Yavuz)

"Deriz ki vuku bulması aklen mümkün olan birşey hakkında nas varid olunca onu kabul etmek ve ona inanmak gereklidir. Bunlardan birisi de ölümden sonraki (Münker ve Nekir meleklerinin kabirde soru soracakları) kabir azabıdır. Bunlar ehli sünnete göre haktır. Vuku bulacaktır. Mu'tezile ise muhalefet etmiştir.

Kabirde sual ve azab ruhun cesede iade edilmesiyle mümkündür. Gazali dahil ehli sünnet alimleri bu görüştedir." (Maturidi-
ye Akaid, N.Es Sabuni, İslam Dini İlmihali, Prof. M.Aydın)

Konu bir kısım Ehli Sünnet uleması tarafından çok ilginç boyutlara kadar vardırılmıştır.

Örneğin, Konevî: "Ölü asi ise kabir azabı vardır. Ancak Cuma günü ve Cuma gecesi azab ondan kaldırılır ve bir daha kıya-
mete kadar azab iade edilmez. Eğer bir mü'min Cuma gecesi öldüğü takdirde eğer asi ise bir an kabir azabı ve kabir sıkış-
tırması olur. Sonra kıyamete kadar bir daha azab edilmez." (Fıkhul-Ekber Aliyyul Kari Şerhi)

Kabirde bir hayatın, dolayısıyla azab ve mükafatın bulunduğunu iddia edenlerin görüşlerini aktardıktan sonra bu görüşlerine kaynak gösterdikleri hadis ve ayetlere geçelim...



                                                                KABİR AZAPÇILARININ DELİLLERİ


                              A) HADİSLER:

1- Peygamberimiz mezarlıktan geçerken: "Kardeşiniz için Allah'tan mağfiret dileyiniz. Çünkü o şu anda sorguya çekilmek-
tedir" demiştir. (Sünen-i Ebu Davut)

2- "İdrardan sakınınız, zira kabir azabının çoğu ondandır." (Camiussağir)

3- "Şüphesiz kabrin sıkıştırılması vardır. Kabrin sıkıştırılmasından kimse kurtulamaz. Kurtulacak olsaydı, ölümünden dolayı arşın titrediği Said b. Muaz kurtulurdu." (Fıkhul-Ekber Aliyyul Kari Şerhi, Kaynağı bulunamamıştır.)

4- Kabir, ya cennet bahçelerinden bir bahçe yahut cehennem çukurlarından bir çukurdur." (Tirmizi)

5- Şüphesiz kabir ahiret konaklarının ilkidir. Eğer ölü bu konaktan kurtulursa ondan sonrası daha kolaydır. Ondan kurtula-
mazsa sonrası daha zordur. (A.i. Hanbelin Müsnedi)

6- Hz. Peygamber Hz. Aişe'ye sordu: "Kabirde halin nedir." Kendisi cevap verdi: Ya Hümeyra şüphesiz kabrin mü'mini sı-
kıştırması, ananın çocuğunun ayağını sıkması gibidir. Münker-Nekir meleklerinin soru sorması da; göz kamaştığı zaman o-
na sürme çekmek gibidir." (Fıkhu-l Ekber, Aliyyul Kari Şerhi, Kaynağı bulunamamıştır.)

7- Hz. Peygamber, Hz. Ömer'e: "Kabirde halin nicedir?" demiş. Hz.Ömer de- "Aklım başımda mı olacak ?’ demiş. Resulul-
lah ‘Evet’ demiş. Hz. Ömer de ‘O taktirde hiç aldırmam’ cevabını vermiş (Fıkhul Ekber, Aliyyul Kari Şerhi, Kaynağı bulun-
amamıştır.)


                              B) AYETLER:

1- O sabah akşam ateşe sunulur. Kıyamet koptuğu gün de "Fir'avn ailesini azabın en çetinine sokun denilir." (40/46)

2- Hatalarından dolayı boğuldular. Ateşe sokuldular. Kendilerine Allah'tan başka yardımcılar da bulamadılar." (71/25)

3- "Allah inananları dünya hayatında da ahirette de sağlam sözle tesbit eder. Allah zalimleri de saptırır. Ve Allah dilediğini yapar. "(14 727)

4- "Ona cennete gir denilince ne olurdu dedi kavmim bilseydi. Rabbımın bana bağışladığını ve beni ağırlananlardan kıldığını. " (36/27)

5- "Sonra onu öldürdü kabre koydu." (80/2 1 )

6- "Belki dönerler diye, mutlaka onlara o büyük azabtan ayrı olarak yakın azabı da taddıracağız. " (32/ 21) (Ayrıca Bakınız: 3/169, 20/124, 6/98, 9/84)



                                          İDDİA ve DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ:


                              l- GENEL DEĞERLENDİRME:

1) Şu ana kadarki yazdıklarımızdan da anlaşıldığı gibi kabirde bir hayat olduğunu savunanlar; konunun nasıllığı ve niceliği konusunda bir fikir birliğine sahip değillerdir.

2) Kendi iddiaları arasında çelişkiler vardır.

3) Hatta bu iddiaların bir çoğu dinin genel ilkeleriyle de çelişmektedir.

a. Azabın hem ruhlara hem cesetlere olacağı ve kabirde ruhların cesetlere döneceği iddiası bunlardan biridir. Ruhların ces-
etlere dönmesi demek ölünün dirilmesi demektir. Kur'ân-ı Kerim, dirilmenin kıyametten sonra olacağını açıkça ifade et-
miştir.

b. Kafir çocuklarının cennet ehline hizmetçi kabul edilmesi de bu çelişkilerden biridir. Kafir çocuklarıyla, mü'min çocukları-
nın sorumluluk açısından ne gibi farkları vardır. Kafir bir anne babadan olmak çocukların cezalandırılması veya ikinci sınıf 
bir statüye tabi kılınmasını haklı kılar mı?

c. Yine kabirde sorgulanma hadisesi de bizce Kur'ân'la çelişmekledir, Çünkü hesapların kıyametten sonra sorulacağı konu-
sunda çok sayıda ayet vardır. Ahirete hesap günü denmesi de bundandır.

Azabın nasıl olacağı , ruhların cesetlere nasıl ve ne kadar iade edileceği konusundaki tartışmaları okuyunca, bunların üstü-
ne, ünlü ulemaların konuyla ilgili olarak Cuma ile ilgili iddiaları da eklenince bu insanların mantıklarını daha iyi kavrayabi-
liyoruz.

Bu mantığın ne tür hadislerin arkasına sığındığını, Kur'ân ayetlerini, siyak-sibaka ters olarak nasıl kullandıklarını anlayabil-
iyoruz.

Zaten önemli olan da bu zihniyetin mantığını kavramaktır. Kafir çocuklarını hizmetçi, mü'min çocuklarını efendi kılan zihni-
yetin ne kadar Resulullah'ın yolundan gittiğini, ne kadar Kur'ân'ı anladığını daha net görebiliyoruz.

Bu zihniyetin mantığını keşfettikten sonra ayetlere ve hadislere yaklaşım biçimlerini kavrayabiliyoruz. Bu mantık Kur'ân'a göre yönlendirilmiş, Kur'ân'a teslim olmuş, Kur'ân'ın şekillendirdiği bir mantık değildir.


                              2) HADİSLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ:

Bu sözlerin ne kadarı Resulullah'a aittir bilemiyoruz. Belki bir çoğu uydurmadır, belki bir kısmının başından çıkarılmış son-
una eklenmiştir veya tersi olmuştur, bilemiyoruz.

Daha önceki yazılarımızı takibedenler bilir, biz Resulullah'ın kendisine Kur'ân'da bildirilenler hariç gaybı bilmediği inancın-
dayız.

Bu nedenle Resulullah'a atfedilen bu sözlerin ona ait olmadığı kanaatini taşıyoruz.

Hadislerin içeriğini azıcık irdeleyenler, aşırı abartıları hemen farkedeceklerdir.

Örneğin "idrar" hadisi... yani Kabir azabının çoğunun idrardan olduğu iddiası. Akıl sahipleri konunun, dinin özünü oluşturan Tevhid-Şirk mücadelesinden nasıl uzaklaştırıldığını, dinin asıl amacından nasıl kaydırıldığını göreceklerdir. Oysa ceza ve mükafatı belirleyen asıl öğe tevhid ve şirktir.


                              3) AYETLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ:

Daha önce de dediğimiz gibi hangi mantığın bu ayetleri iddialarına delil olarak getirdiğini bilmek çok önemlidir.

Ayetleri siyak-sibak içerisinde, konu ve Kur'ân bütünlüğüne göre değerlendirmemek verilmek istenen mesajı amacından saptırır.

Üstelik Kur'ân'ın kendine özgü üslubunu yok saymak, Kur'ân'ın mesajını muhatabına anlatmakta kullandığı ifade biçimleri-
ni ve teknikleri görmezlikten gelmek veya bundan habersiz olarak konuya yaklaşmak tehlikenin boyutlarını göstermek iç-
in yeterlidir.

Biz, kabir azabına veya kabirde bir hayat olduğuna dair delil olarak ileri sürülen ayetlerin konuyla ilgisi olmadığı kanaatin-
deyiz.

Kur'an'dan bilgisi olan insanlar bunu hemen farkedeceklerdir. Az sonra örneklerini vereceğimiz gibi dolaylı olarak ilgi kur-
ulmaya çalışmanın faydasız bir zorlama olduğuna inanıyoruz.

Örneğin; aşağıdaki ayetler bunun ilginç örnekleridir:

Nuh Suresinin 25. ayetinde geçen "fe-udhilu" kelimesindeki "fa"nın takibiyye olduğu bu nedenle "boğulur boğulmaz ateşe sokulmuşlardır" anlamını verdiği, bu da gösteriyor ki kıyametten evvel Nuh'un kavmi ateşe sokulmuşlardır denilmektedir.

Oysa sûre bir bütün olarak ele alındığında, iddia edildiği gibi kıyametten önceki bir ateşe sokulmayı değil, onların boğulma-
ları ile kıyametten sonraki ateşe sokulmaları arasında bir hayatın olmadığını anlatır.

Boğulan insanlar için ateşe atılmak o kadar yakın ki... Arada herhangi bir zaman dilimi de yok.

Boğuldular ve hemen cehennem ateşine girecekler. Dirilme ile ilgili ayetlere baktığımızda ne kadar uyum içerisinde olduğu-
nu görürüz. Burada bir de muhataplara bir mesaj vardır. Ateş.. İşte bu kadar hakikattir. Ve mutlaka gelecektir. Ölen için 
hayat kıyamete kadar bitmiştir. Ölen için kıyamet hemen kopacaktır. Ve tabii hemen ateşe gireceklerdir.

İbrahim Suresinin 27. ayetinde geçen "ahiret" kelimesinden muradın kabir hayatı olduğu iddiası ise laf olsun diye söylenen 
bir sözden öte bir anlam taşımamaktadır. Çünkü herhangi bir mesnedi olmadığı gibi Kur'ân gerçeğine de terstir. Çünkü Kur'
ân'a göre dünya hayatının devamı ahiret hayatıdır.

Yasin Suresinin 27. ayetinde kabir hayatıyla ilgili herhangi bir ifade yoktur. Elçilerden birinin temennisisinin 46. ayetidir. Konuya 43. ayetten itibaren okuyarak girelim.

Mü'min kişi Fir'avn ailesine konuşuyor:

"Sizin beni çağırdığınız şeye kesinlikle ne dünyada ne de ahirette davet olunmaz. Bizim dönüşümüz Allah 'adır. Müsrifler, 
işte onlar ateş halkıdır. Benim size söylediklerimi yakında hatırlayacaksınız. Ben işimi Allah'a bırakıyorum. Şüphesiz Allah 
kulları görür."

"Allah onu, onların kurdukları tuzaklardan korudu. Ve Fir'avn ailesini azabın en kötüsü kuşattı. Ateş..Sabah akşam ona arzolunurlar. Kıyamet çattığı gün Firavn azabın en ağırına sokun.”

"Ateşin içinde birbiriyle tartışırlarken zayıf olanlar, müstekbirlere dediler ki, biz size uymuştuk, şimdi siz şu ateşin küçük 
bir parçasını savabilir misiniz? Müstekbirler de dediler ki: Hepimiz onun içindeyiz. Allah kullar arasında hüküm verdi. (40 / 
43 - 48 )


Şimdi ayetler bir bütün olarak ele alındığında, 46. ayet kabir azabına nasıl delil olarak getirilebilir. Biz ayetleri biraz daha etraflıca tetkik edelim;

1- 43. Ayette; müsriflerin ateş halkından oldukları anlatılıyor. Burada müsrif olarak adlandırılanlar Fir'avn ve adamları da dahil olmak üzere tünraşırı gidenlerdir. Ateş halkından (Ashabunnâr) kasıt ise cehennem ehlidir. Müsriflerin cehennem, ya-
ni ateş halkı olduğu anlatılıyor. Kur'ân'da "Ashabunnar" deyimi yalnızca cehennemle ilgili olarak kullanılmaktadır. (2/39, 
81, 217, 257, 275, 3/116, 5/29)


2- 44. Ayette "söylediklerimi yakında hatırlayacaksınız" ifadesinin "yakında görecekler", "yakında bilecekler" türünden benzer ifadeleri de kullanılmaktadır. Bu ifadelerin hepsinin anlattığı şey ahiretteki hesaplaşmadır. Kafirlerin sonu ise zaten dünyadayken bellidir. Kur'ân'da bunun birçok örneği var. (Bkz.: Tekasür Sûresi)

3- 45. Ayette "yakında hatırlayacaksınız" ifadesi Kuran’ın kendine özgü üslubuyla dile getirilmektedir.

"Ona cennete gir denilince keşke dedi, kavmim bilseydi. Rabbimin beni bağışladığını ve ağırlananlardan kıldığını."

Elçinin bunu cennete girerken söylemesi ayetin sağa sola çekilmesine zaten imkan vermemektedir. Dedik ya.. Mantık çok önemli.. Hangi mantık bu ayetleri kullanıyor?

Kabir azabçılarinın üzerinde düşünmeye değer tek delilleri,-ki buna sıkı sıkıya sarılıyorlar- Mü'min Surenin cevabını bulu-
yoruz. Evet, Allah onu korudu ve Fir'avn ailesini kötü azab (suel azab) kuşattı.Kur'ân'da "suel azab"tan kasıt ta yine cehen-
nem azabıdır. (Bkz: 6/157, 27/5, 39/24,47)

Aslında suel azab’ın cehennem azabı olduğunu anlatmak için, hemen arkadan gelen ayeti okumak da yeterlidir.

Ayet numaralarını gözönünde bulundurmadan 45 ve 46. ayetleri birlikte okuduğunuzda Fir'avn ailesini kuşatan kötü azabın ateş olduğu ve sabah-akşam ona girecekleri (arzolunacakları) anlatılıyor. "Ennar" (ateş) kelimesi Kur'ân'da hep cehennem veya cehennemdeki ateş anlamında kullanılmıştır. (Bkz: 2/24, 3/131, 4/56, 7/38-41, 9/35 gibi.)

4- Bazı meal ve tefsirlerde "yuridune" kelimesi; "gösterilir", "sunulur" şeklinde tercüme edilmiş. Kelimede herne kadar gösterilme, sunulma anlamı varsa da, bu ve benzeri kullanımların da yaslanmak, girmek anlamı ön plandadır. Gösterilerek cehenneme girmeleri de ifade edilmiş olabilir. Şimdi konu ile ilgili ayetleri görelim. "Yuridune" kelimesinin hangi anlamda kullanıldığına bakalım.

Şûra Sure'si'nin 45. ayetinde ibare aynen, Mü'min 46. ayetteki gibidir: "Yuridune aleyhe", aşağıda görüleceği gibi açıkça cehenneme atılmaları anlatılmaktadır.

"Yine onları görürsün; aşağılıktan başlarını öne eğmiş vaziyette arzolunurlarken, göz ucuyla, gizli gizli bakarlar, inananlar 
da işte işte hüsrana uğrayanlar, kıyamet günü kendilerini ve ailelerini hüsrana sokanlardır. Bakın, gerçekten zalimler sür-
ekli bir azab içindedir derler."

Şimdi benzer ayetlere göz atalım:

Kafirler ateşe arzolunacakları (girecekleri) gün.- Bu gerçek değil miymiş? 'Rabbımız hakkı için, ‘evet' derler, öyleyse inkar etmenizden dolayı azabı tadın." (46/34)

"Kafirler ateşe arzulanacakları (girecekleri) gün: Dünya hayatında bütün güzel şeylerinizi zayi ettiniz, yere büyüklük tasla-
manızdan ve yoldan çıkmanızdan ötürü bugün alçaltıcı bir azab ile cezalandınlacaksınız." (46/20)

Ayetlerden de açıkça görüldüğü gibi burada ateşin insanlara, (Mü'min: 46 ile ilgili olarak da Fir'avn ailesine) gösterilmesin-
den değil, insanların o ateşin içine girmesinden söz edilmektedir.

5- Oysa kabirde cehennem ateşinde yanmak diye birşey söz konusu değildir. Üstelik kabirde azab olduğunu iddia edenlerin 
de böyle bir görüşü yoktur. Dolayısıyla buradaki ateşe sunulma kabir azabı ile değil, kıyametten sonraki cehennem azabı ile ilgilidir.

6- 46. Ayette "sabah-akşam" diye tercüme edilen "Ğuduvven-aşiyyen" kelimeleri Arapçada bir deyimdir. Ve sürekliliği, sonsuzluğu anlatır. (Zemahşeri'nin Keşşafında konuyla ilgili çok malzeme vardır. Hatta bu ayetin nasıl anlaşılması gerekti-
ğiyle ilgili de ilginç yorumlar da mevcuttur.) Benzer ifadeler Kur'ân'ın değişik surelerinde kullanılmaktadır. Örneğin Hud 
Suresi'nin 107 ve 108. ayetlerinde: Kafirlerin gökler ve yer durdukça cehennemde, mü'minlerin de gökler ve yer durdukça 
cennette kalacaklarından söz edilmektedir. Yani cennette ve cehennemde bizim bildiğimiz gökler ve dağlar mı vardır ki böy-
le deniyor, bilemiyoruz. Üstelik kıyamet günü her şeyin parça parça olacağı anlatılmıyor mu? Oysa bu ayetlerde insanların 
nazarında göklerin ve yerin büyüklüğüne, yüceliğine, sağlamlığına, sonsuzluğuna dikkat çekilerek bir benzetme yapılıyor. 
İnsanın cennette ve cehennemde sonsuza değin kalacağı vurgulanıyor.

Konu bu anlatımla pekiştiriliyor "sabah-akşam" kelimesi de böyle, azabın sürekliliğini ve sonsuzluğunu anlatıyor.

İşte bu ayette "ğuduvven-aşiyen" kelimelerinin geçmesi de buradaki azabın kıyametten sonraki cehennem azabı.olduğunu anlatıyor. Çünkü iddia edilen kabir azabı sürekli değildir. Ayrıca (78/23) de cehennemde çağlar boyu (yani ebediyyen) kalınacağı anlatılıyor.

7- 46. Ayetin devamında "saat çattığı gün, Fir'avn ailesini azabın en çetinine sokun" cümlesi önceki anlatılanları pekiştir-
mek ve destekleme içindir. Anlatılanların "saat'ten sonra meydana geleceğini vurgulamak içindir.

Kur'ân'ın bir çok yerinde benzer anlatımlar vardır.

Biz sadece ahiretle ilgili olanlardan örnekler vereceğiz. 

"Ve her ümmetin âyetlerimizi yalan sayanlarından bir cemaati toplayacağımız gün, artık onlar bir arada tutulup (hesap yeri-
ne) sevkedilirler.Geldikleri zaman der: Ayetlerimi anlamadığınız halde yalanladınız mı? Yoksa ne yaptınız ? Zulmetmeleri yüzünden o söz başlarına gelmiştir.

Artık konuşmazlar. Görmediler mi biz geceyi içinde istirahat etmeleri için yarattık. Gündüzü de aydınlık yaptık. Şüphesiz 
bunda inanan bir kavim için ayetler vardır. Sur'a üflendiği gün göklerde ve yerde bulunanlar-hep korku içinde kalır. Meğer 
Rabbın dileye. Hepsi boyun bükerek ona gelirler..."(27/83-90)

"Siz ve Allah'tan başka taptıklarınız cehennemin odunusunuz. Siz oraya gireceksiniz. Eğer onlar tanrı olsalardı oraya gir-
mezlerdi. Oysa hepsi orada ebedi kalacaklardır. Onlar için bir inleme ve soluma vardır.Ama bizden kendilerine güzellik geç-
miş olanlar işte onlar ondan uzaklaştırılmışlardır. Onun uğultusunu duymazlar. Ve canlarının çektiği içinde ebedi kalırlar. O 
en büyük korku onları asla tasalandırmaz. Melekler onları; 'size söz verilen gün işte bugündür' diyerek karşılarlar. O gün 
göğü kitap gibi düreriz. İlk yaratmaya nasıl başladıksa onu yine öyle çeviririz, üzerimize söz bunu mutlaka yapacağız." 
(21798-104) Ayrıca 237 99-110
ayetlerine bakınız.

Şimdi bu ayetlerde de önce cehennem azabından, cennet nimetlerinden söz ediyor, daha sonra kıyametin kopmasına geçili-
yor.

Şimdi bu ayetleri bir bütünlük içinde, siyak-sibakına uygun olarak, Kur'ân'ın ilkelerini ve üslubunu göz önünde bulundurma-
dan, cennet nimetlerinin ve cehennem azabının kıyametten önce olduğunu mu söyleyeceğiz?

Ayrıca Kehf Suresi'nin 52-53, ayetlerinde suçluların ateşi görmelerinin ahirette (kıyametten sonra) olacağı anlatılıyor.

Allah-u Tealâ Kur'ân'ı parça parça edenlere (15/91) lanet ediyor. Aynı şekilde Rabbımız Kur'ân'ı terkedenlere (25/30)de la-
net ediyor. Onları korkunç azabla korkutuyor. O halde gelin inancımızı ve yaşantımızı Kur'ân'a göre yönlendirelim.



                                    KABİRDE HAYAT OLMADIĞINI GÖSTEREN AYETLER

Kur'ân-ı Kerim'deki dirilişle ilgili ayetlere baktığımızda, kabirlerde herhangi bir hayat izinden bahsedilmiyor.

Kabirde, yıllarca kalan insanların, herhangi bir ceza ve mükafata çarptırıldıklarının da izine rastlanmıyor. Aksine insanlar şaşkın şaşkın bakıyorlar. Mükafat ve cezaya hiç de hazırlıklı değiller. Mezarlarda ne kadar kaldıklarından haberleri yok.

Eğer orada bir acı ve nimet tatsalar onları hatırlamaları gerekmez mi?

Öldükten hemen sonra dirildiklerini sanıyorlar. Üstelik insanlar ne durumda olduklarını
ancak yeniden dirildikten sonra an-
lıyorlar.

İnfitar Suresi'nin 4 ve 5. ayetleri çok açık:

"Kabirlerin içi dışına getirildiği zaman, her can ne öne sürdüğünü ne geri bıraktığını bilir." (82/4-5)

Ayrıca kitaplarını (amel defterlerini) alan insanların şaşkınlıklarına ne demeli. (69/25)

O zaman insan kaçacak yer arar. (70/10)

Eğer iddia edildiği gibi kabirden kolay geçenin hayatı kolaylaşacak, zor geçenin hayatı daha da zorlayacak olsaydı, insan 
niye böyle telaş etsindi ki?

Zaten sonunu biliyor. Boynunu büker otururdu. Kendisine durum açıklandıktan sonra, nasıl sonuca teslim olduysa, kabirde-
ki durumunu bildiği için de herhangi bir telaşa gerek kalmazdı.

Üstelik, sorgu madem kabirde yapıldı, herkesin ne olduğu ortaya çıktı, mahşerde yeniden sorgulamanın ne anlamı kalırdıki?

Biz şahsen, insanların sorgulamalarının ve ebedi hayatın kıyametten sonra başladığı kanaatindeyiz. Gayb olan bir konuda> daha fazla tartışmaya girmek istemiyoruz. Biz Rabbımızın, Kur'ân'da bildirdiği gerek gaybi olsun gerekse görünürdeki bü-
tün anlattıklarına iman ediyoruz. Çünkü gaybı bilen yalnızca Allah'tır. Şimdi konu ile ilgili ayetlere geçelim:

"Sura üflendi, işte onlar Bahirlerden rablerine koşuyorlar. Dediler; Vah bize yattığımız yerden kim kaldırdı, İşte Rahmanın va'dettiği şey budur. Demek peygamberler doğru söylemiş." (36/51-52)

"O gün Sur'a üflenir, ve o gün suçluları gömgök süreriz. Kendi aralarında gizli gizli konuşurlar. 'Sadece on gün kaldınız. On-
ların dediklerini biz daha iyi biliyoruz. En akıllıları sadece bir gün kaldınız' der." (20/ 102-104)


Rabbımız tüm bu ayetlerinde ölülerin diriltilmesinden bahsediyor. Acı çeken, nimetlenen insanlara, şahsiyetlere, üstelik akıl sahibi kişilere nasıl ölü denir.

Eğer mezardakiler ölü değil iseler, Allah’ın kıyamet günü dirilteceği ölüler neyin nesidir.

İster bedene ister ruha, isterse her ikisine birden olsun, azab ve mutluluk veriliyorsa ve bunlar sorulan sorulara aklı başın-
da kişiler olarak cevap veriyorlarsa bunlara ölü demek mümkün değildir. Bunların dirilmeye de ihtiyaçları yoktur.

Çünkü zaten onlar bu durumda canlı değiller midir? Eğer bunlar canlılık alameti değilse, canlılık alameti nedir?

 

 


                                                                           SONUÇ

İnsanların bir şeye var demesi, o şeyi var kılmıyor. Aynı şekilde var olan bir şeye de insanların yok demesi, o şeyi yok et-
miyor. Bu nedenle Kur'ân'da hakkında herhangi bir bilgi olmayan bir konuda, hem de gaybî olan bir konudar üstelik insan-
ların bilgi ve tecrübelerinin de olamıyacağı bir konuda, bu konu vardır ve haktır. Buna inanmak vaciptir, imanın gereğidir 
demek İslâmî bir tavır olmadığı gibi bunun mantıkî bir açıklaması da yoktur. İnsanlann Kur'ân gibi bir ölçeri yoksa, üstelik 
düşünmüyorlarsa da, bunlar için inanma' nın da yaşamanın da ölçülecek ve üzerinde durulacak bir yanı yoktur.

"Kabir hayatı" düşüncesinin arkaplanına baktığımızda, tartışılanları incelediğimizde bu konunun müslümanların inancına sonradan girdiğine hükmedebiliriz. Bizi bu şekilde düşünmeye iten konuların başında ruh beden tartışması yatmaktadır. 
Çünkü toplumun şu an sahip olduğu ruh anlayışı da Kur'ânî değildir. Felsefenin müslümanlara zehirli bir armağanıdır.

Antik Yunan felsefesinin ruh anlayışı özünde fazla bir şey kaybetmeden "müslümanların" malı olmuştur.

İşte kabir hayatında anlatılan, zaman zaman tartışılan ruh, Antik Yunan felsefesindeki ruhtur. Bu nedenledir ki kabir hayatı anlayışının bize felsefenin girdiği veya sonrakityılların bir armağanı(!) olarak görüyoruz. Bu düşüncemizi pekiştiren daha bir çok şey var. Bu düşünceye varmamızın kaynağı dediğimiz gibi kabir hayatı ile ilgili iddialardır, tartışmalardır. Söylenen söz-
ler, konuşulan, tartışılan konular, ne zaman konuşulduğunun, ne zaman tartışıldığının ipuçlarını da verir.

Konu ile îlgili söylemek istediklerimizi kısaca özetlemek istersek:

1- Kabir hayatı için ileri sürülen görüşler arasında büyük çelişkiler var. Görüşlerde bir birlik olmadığı gibi, hemen hemen 
her konuda ihtilaf mevcut.

2- Kabir hayatının nasıl ve niceliği ile ilgili görüşler Kur'ân ilkeleriyle çelişmektedir. Islâmın anlam ve içeriğinin yozlaşma-
sına ortam hazırlamaktadır.

3- Konunun delili olarak, hadis diye ileri sürülen sözlerle Kur'ân çelişmektedir. Üstelik ileri sürülen hadislerde kabir hayatı birbirinden çok farklı şekilde, hatta birbirini tekzip edecek şekilde anlatılmaktadır.

4- Kabir hayatına delil olarak gösterilen ayetlerin konu ile herhangi bir ilgisi mevcut değildir. Kur'ân'da; kabir hayatı oldu-
ğunu gösteren bir ayet yoktur.

5- Kur'ân dirilmenin kıyametten sonra, hesabın kıyametten sonra, ceza ve mükafatın kıyamettensonra olduğunu söylemek-
tedir.

6- Allah, ahirette ölüleri diriltecektir. Ceza çeken, sefa süren, aklı başında kimseleri değil. Kısacası biz Kur'ân ayetlerinin kabirde bir hayat olmadığını ortaya koyduğu inancındayız, isteyen inanır, isteyen inanmaz. Nasıl olsa sur'a üflenip herkes toplandığında gerçek ortaya çıkacaktır. Bekleyelim, görelim.



                                                                                                            İktibas Dergisi - M. Yaşar Soyalan -
 
  Bugün 1 0 2 ziyaretçi kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol